Anton Çekhov’un Martı Kitabından Nina Karakterinin, Varoluşcu Perspektifinden incelenmesi
BİR MARTI GİBİ ÖZGÜR, ANLAMLI VE ÖLÜMLÜ
Nina taşra kasabasında çiftlik sahibi olan zengin bir ailenin kızıdır. Nina küçük yaşlardayken annesini kaybeder. Annesi tüm mal varlığını babasına bırakmıştır. Babası eşinin vefatından bir süre sonra tekrar evlenir. Nina yaşadığı olumsuzluklara rağmen yaşama sevincini kaybetmeyen, enerjisini her daim yüksek tutmaya çalışan bir kadındır ve hayaline giden yolda karşılaşacağı engellerden habersizdir. Tek dileği, ünlü bir aktrist olmak olan Nina’nın bu hayali üvey annesi ve babası tarafından desteklenmez. Üvey annesi sadece hayallerine giden yolu engelleyen bir kadın değildi aynı zamanda Nina’yı oldukça kıskanan biriydi.
Nina hayallerine ulaşabilmek için ailesi tarafından yasaklanan Sorin’lerin çiftliğine sık sık gidiyordu. Bir süre sonra aşk yaşayacağı Treplevi’nin yönettiği oyunlarda oyunculuk yapmaya başlayan Nina, aktrist Arkadina’ya ve yazar olan Trigorin’e büyük hayranlık besliyordu. Treplev Nina’ya aşıktır ve bir ilişkileri olur lakin Treplev’in temsil sonrası başarısızlığa uğraması Nina’yı Trigorine yakınlaştırır. Bir süre sonra Nina, Trigorine aşık olur.
Nina babasını kaybettikten sonra babası bütün mal varlığını üvey annesinin üzerine yaptığı için bir anda kendini beş parasız bulur ve asıl hikâye baskı altında kalan hayallerinin önünde engel kalmadığı zaman başlar.
Nina zamanla istediği şöhrete ulaşmak, şehir hayatını deneyimlemek için umutlarının peşinden Moskova’ya gider. Trigorin ile yasak aşk yaşamaya başlar ve bu ilişkinin sonucunda hamile kalır. Bu macerada çocuğu ölür ve iki yılın sonunda Nina taşra kasabasına geri döner. Geri döndüğü memleketinde tekrar Treplev ile karşılaşır…
Özgürlük ve Sorumluluk
Sartre’ye göre sorumluluk, yazarlık anlamına gelir. Sorumluluğun farkında olmak kişinin kendi özünü, kaderini, hayat durumunu, duygularını ve hatta acı çekişini yarattığının farkında olmaktır. Nina hayallerini ailesinin baskısı altında büyüten bir kadındır. Bu yüzden özgür olmanın sorumluluğunu, esaret altında hissettiği için bir süre yönetemez. Yapmak istediklerinin sorumluluğunu almaya hazır olduğunu düşünse de bir süre bu eylemlerini gizli tutar.
Nina hayallerine giden yola önce Treplev ile çıkar; Treplev’in ailesi, Nina’nın ailesine göre çok daha geniş ve rahat bir yapıdadır. Yaşadığı kalıpların yarattığı güven ortamından sıyrılıp yeni yolların, yeni kalıpların getireceği ihtimalleri yaşamaya hazır hale gelmesinde Treplev’in yaşantısının bir etkisi olabilir. Nina’nın arzularına, hayallerine giden yola ulaşmasının en kolay yolu Treplev ile bir ilişki yaşaması oluyor. Treplev iyi bir yazardır ve onun oyunlarında oynamak Nina’yı olmak istediği “Gerçek” oyuncu yapabilir. Burada Varoluşçu açıdan baktığımızda Nina’nın Treplev ile bir ilişki yaşayarak kendi kaderi uğruna bir seçim yaptığını görüyoruz.
Bir temsil sırasında Treplev başarısız oluyor ve Nina hayranlık duyduğu başka bir adama yani Trigorine yöneliyor. Burada da görüyoruz ki, Nina bir bakıma kendini yaratmaya, arzuladığı hayatın özgürlüğünü yaşamaya çalışırken Treplev ile olan ilişkisinin sorumluluğunu alamıyor.
Sartre, insanın kendi özünü oluşturmada özgür olduğunu ve onun sorumluluğunu taşıması gerektiğini savunur. Sartre der ki; “Kişi sadece kendi hayatından sorumlu değildir.” Ona göre bunun aksi bir durum kötü niyet ya da insanın kendini aldatmasıdır. Nina’nın hayatında bu durumu Treplev’i ilk başarısızlığında bırakmasıyla görebiliriz. Nina, onu hayaline götürebilecek en büyük etken olduğunu artık düşünmediği Treplev’i bırakarak ona dair taşıdığı sorumluluktan feragat edip kendi hayatının sorumluluğuna odaklanıyor. Böylelikle ilişkinin doğurabileceği sonuçların sorumluluklarından kaçıyor ve kendiyle ilgili ihtimalleri özgürce değerlendirmeye çalışıyor.
Nina’nın yaşamını yönlendirme sorumluluğunu alarak kendine uygun olanı seçmek için hayallerinin peşinden gidebilmek adına oyunculuğa devam etmesi, onu Moskova’ya götürür. Trigorin ile aşk yaşayan Nina hamile kalıp çocuk sahibi olduğunda aradan geçen iki yılın sonunda evladını kaybetmesi onda büyük bir hayal kırıklığı ve hüzün yaratıyor. Bu durumu Nina kadar derininin de hissetmeyen Trigorin eski ilişkilerine döndüğünde, Nina’nın fırlatılmışlık etkisine kapılmasının ardından hayatının anlamlarını tekrar gözden geçirme süreci başlıyor…
Anlamsızlık
“Neden yaşıyoruz?”
“Varoluşumuzun ve hayatımızın bir anlamı var mı?”
“Her şey ölüyorsa hiçbir şey kalıcı ve sonsuz değilse, anlamdan söz etmek mümkün müdür?”
Varoluşçu Terapistlerin çoğu insanların bir anlama sahip olarak dünyaya geldiğini söyler. Victor Frankl, her insanın yaşamının anlamının kendine özgü olduğunu, bununda zor bir arayış sonunda kaçınılmaz acıyı yaşayarak bulunabildiğini belirtmektedir. Bu cümleyi Nina’nın hayatında şu şekilde görebiliriz; hayalleri uğruna büyük bir adım atması ve taşındığı şehirde aslında her şeyin düşündüğü gibi olmadığını görmesiyle onun için dönüm noktası olacak hayal kırıklıklarıyla yüzleşiyor. Tıpkı Yalom’un ifade ettiği gibi insan yaşamındaki anlamı ancak zor bir arayışın sonunda elde edebilir.
Bazı insanlar acılarını ve onların getirebileceği yasları yaşamaktansa hemen ders çıkarmaya çalışırlar ve orada anlama saplanma gerçekleşir. Nina’nın durumunda da hayal kırıklıklarının getirdiği bir anlama saplanma görülür. Tıpkı aşkının nişanesi olarak gördüğü çocuğunu yitirmesiyle aynı zamanda sahip çıktığı aşkının gerçekliğini sorgular. Her insan var olur ve var olduktan sonra kendilerine özgür bir anlam bulmaya çalışır. Nina bu yaşadıklarının sonucunda anlam bulma deneyimine bir açıklık getirir ve taşraya dönmeye karar verir.
Ölüm
Varoluşçu bakış açısıyla çalışıldığında felsefi bir tema olarak ölüm büyük öneme sahiptir. Bu çerçevede, ölüm aslında yaşamı düzenleyen şeydir diyebiliriz çünkü her şeyin gerçekleştiği zemin ve insan yaşamının en son noktasıdır. Sartre’ye göre; İnsanın kendisinin farkına varabilmesi için, sınır durumuna, yani ölümle karşı karşıya gelmesi gerekir.
Treplev, Nina’yı ölüm sahnelerini çok iyi oynayabilen ve çok iyi bağırabilen bir aktrist olarak tanımlar. Nina annesini ilk kaybettiğinde gerçek dünyada kendini mutlu ve coşkulu gösteren bir kadındır ve ileri de gerçek hayatta bastırdığı bu duygularını sadece sahnede yansıtabilen bir aktrist olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani hikayenin başlangıcında kitapta bir genç kızın annesini kaybetmesine rağmen “coşkulu ve mutlu bir karakter” olarak tanımlanması ve bu konudaki duygularının ele alınmaması dikkat çekiyordu fakat hikayenin ilerisinde görüyoruz ki dikkat çekici olan bir diğer nokta Treplev’in Nina’nın sadece “ölüm” sahnelerini çok iyi oynayabildiğini söylemesi. Bu durum ölüm konusuyla ele alınabilir. Ölüm, Varoluşun anlamlandırılmasında ve otantik bir varoluş ortaya konmasında kilit bir role sahiptir. Ölümle yüzleşip bu gerçeklik ile yaşamayı öğrenebileceğimiz gibi kaçarak hiç yüzleşmemeyi de tercih edebiliriz tıpkı Nina’nın başlangıçta annesinin ölüm gerçekliğinden kaçıp bu durumla gerçek hayatta değil de sahnede yüzleşmeyi tercih seçmesi gibi.
Nina son sahnesinde, yaşadığı tüm hayal kırıklıkları, korkularından sonra (çocuğunun kaybı, aşkın getirdiği sorunlar, sahnede kendine olan güveninin azalması) bulunduğu mevcut durumda kendini nasıl hissettiğini anlatır; “Şimdi gerçek bir aktrisim, zevk duyarak, coşkuyla oynuyorum; kendimden geçiyorum sahnede ve çok güzel olduğumu hissediyorum… Burda olduğum şu günlerde yürüyorum hep, yürüyor ve düşünüyorum… İçimdeki bir gücün gelişip büyüdüğünü hissediyorum gitgide” diyen Nina, burada bir çok duygudan sonra, kendini izole ettiği bir süreçte “kendini onaylamayı, kabulü araştırmaya” başladığı bir sürece girer.
Son olarak Nina “Yazmışız ya da sahnede oynamışız, fark etmez, anlıyorum ki bizim bu işlerde başta gelen şey parıltı, şöhret filan gibi benim hayal ettiklerim değil, sabredebilme yeteneğidir” diye bir cümle kurar. Burada anlamın sonlu olduğunu görebiliriz, Nina’nın anlam bulmak amacıyla gösterdiği çabaların, bir anlamsızlık sonucunda hayatını yeniden inşa etme raddesine geldiğini ve yeni anlamsızlık anlarının yeni anlamlara götürmek üzere olduğunu anlayabiliriz. Rollo May’in de dediği gibi; “İnsanlar geçmişte öğrendikleriyle, geleceği şekillendirebilecekleri için geçmişlerini suçladıkları gibi geleceği suçlamamayı da öğrenirler.”
Ölüm, esasında her gün ufak ufak yaptığımız bir şeydir. Yaşamak ölmektir. Sonluluk ve geçicilik kabul edilmelidir.
Heidegger.
Kaynakça
Çehov, A. P. (2010). Martı. (E. Altay, Trad.) Bilge Kültür Sanat.
May, R. (Aralık, 2012). Varoluşun Keşfi. (A. Babacan, Çev.) İstanbul : Okuyan Us .
Solomon, R. C. (Ağustos 2020). Akılcılıktan Varoluşçuluğa Varoluşçular ve 19. Yüzyıldaki Kökleri. (R. Kuldaşlı, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası.
Yalom, I. D. (Mart, 2018). Varoluşçu Psikoterapi (Vol. 1). (Z. Babayiğit, Çev.) İstanbul: Pegasus.